peki ya?

30 Nisan 2009 Perşembe

bitter end, better will

benden bir özürü esirgeyip kendine küsen, kendi hayatını cehenneme çeviren sen...
tek özürünle seni hemen affedeceğimi bildiğinden mi ettiklerin kendine?
seni de mi bıktırdı bütün çektirdiklerin, özünde barındırdığın benliğin?

herkesten uzakta ve bütün o kalabalığın içinde her şeyi soyutlayan bir "imtiyaz"ın varlığında nefes bulan bir kaçıştı bu anlamsız oluşum. bir çığlık gibi yükselen ve bir eko gibi yankılanan o feryadın, bir feryatla çınlayan o figanın, dağını delmeyi bitirdiği anda ölen bir ferhat gibi öleceğini ne bülbüller şakıyabilirdi ne de bir gül filizlenebilirdi. şen şakrak bir ölümün kederli bir hayat buluşuyla, antogonistik bir zaman diliminin bir palyaçonun herhangi bir şakası gibi güldürmeyen ve hatta düşündürmeyen bir şakası gibiydi bütün o karşılaşma.

bir görmek, bin ömrün çatısını kuran o asırlık temellere bedeldi.

hiçkimsenin hiçbirşeyi anlamadan yaradana ve yaratışılışa ötürü binlerce methiye düzdüğü o günlerde yaradanın böyle bir lütfu yaratılışa-getirmesi bile dile getirilebilir olmadığı gibi kabul de edilemezdi ve belki de sırf bu yüzden şeytanın ard arda periyodik doğumsancısal artniyet -hatta belki de suikast- girişimleri bu denli şiddetliydi. bir anlamın anlamlandırılabilmekten bu kadar uzak olabildiği bir yerde, bir duygu eş-anlamını nasıl barındırabilirdi ki?

bir mahir'in
bir bulut'un
bir sevi'nin,

hayalinin kurulduğu bu sıcak aşı hiç bitmeyen evde, bir sonsuzluğun hayalini kurmak neredeyse gökkuşağının sonunu yakalamaya çalışmakla eşdeğerdi.

nefret vurdu sonunda sevginin kıyısına. zaman pes etti beklemenin bitmek tükenmek bilmeyen ayazının soğuk ısırıklarında. öyle bir kangren sardı ki tek dileği yalnız bu hastalıkla savaşmak olanları, her kelimenin içinden binlerce cerahat çıktı, her ağacın dibi kilometrelerce yosun bağladı. zaman aldı, nefret savurdu, hayal kül etti koca bir dünyayı ensesinde taşıyanları.

ondan beridir ne anlaşıldı,
ne anlatıldı.

anlamsızdı,
anlam-sızdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder