peki ya?

24 Mayıs 2009 Pazar

BİR KABUĞUN DÜŞTÜĞÜ SIRADA

Bitmeyen çocukluğum,
Hep aynı yaralar,
Hiç değişmeyen alışkanlıklar...

Hayatım yine çocukluğumda olduğu gibi olayların birbiri ardına gelişlerinin etkilerinden kaçmakla geçiyor. Görmezden geldiğim her savaşta, beynimin ücra köşesine kapatılmış zehirli bir anı yeniden kendini tekerrür ediyor. Zaman yine saatli bir bomba gibi; bir saniyenin onlarca dakikayı lütufkar bir tavırla davet ettiği her seferde beynimin içine yüzlerce saçaklarını salıyor.

Ben hâlâ dizlerimi kanatmadan geçemiyorum hiçbir yoldan. Yaralarımdan akan kanlar yollarıma serili karanlıklarımı gizliyor. Sade bir gülüşün ardına gizliyorum yaralarımı, acıyıp durmam bile onlara tatlı geliyor. Ölüşlerimden biri her aklıma geldiğinde bir çizik daha atıyorum keskin ihanetlerle yüreğime. Böylece her gidiş birazcık daha bana benziyor.

Kabuk kabuk olmuş yine kendimden -belki de sizlerden- kaçışlarım. Etrafımda tek bir kimse bile kalmayıncaya kadar bütün güzel anılarımı teker teker katletmek istiyorum. Benim de mutlu bir insan olabileceğimi ufacık da olsa bir şekilde hissettiğim her seferde varlığımla sizi yok edeceğim yerde gidişinizle ölümümü taçlandırmayı tercih ediyorum. Ne de olsa hiçbir mutsuzluk benli bir mutsuzluktan daha ölümcül değildir.

Birazdan yine bütün kabuklarımı teker teker soyacağım, biliyorum. Soyulmuş derim çekildikce beynim vücuduma canının acıdığına dair sinyaller gönderecek ki, kısa bir süre de olsa karanlık bir köşede çürüyüp gitmiş bir ceset gibi değil de, yaşayan bir varlık gibi hissedeceğim kendimi. O sırada sandıklarımdan bir anı daha fırlayacak, yine bana kim olduğumu hatırlatacak, yine bir süre duracağım, yine kabuk bağlayacağım.

Belki kaçıp durmaktayken bir süre yine sana dalacağım,
Sonra hep olmaya vardığı gibi kan revan içinde uyanacağım.
Yok geldim, yok oldum, yok kalacağım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder