peki ya?

29 Nisan 2009 Çarşamba

dudakların, yalnızca dudakların vardı...

dudakların..
yalnızca dudakların vardı..

hani olur ya, paramparça kalırız tepemize yıkılmış o kocaman dünyamızın ortasında. oysa ki aslında her şey küçücüktür. unuturuz onları yüceltenlerin biz olduğumuzu. avucunuzun üstüne koyduğunuzda taşan bir harf gördünüz mü? hiç altında ezildiniz mi noktalama işaretlerinin? ama sözler, nasıl da delip geçer vücudunuzdaki her bir dirhemi. nasıl da kimsesiz hissedersiniz anlamlarınıza yandaş bulamamışken.

ne diyordum? paramparça kalmışsınız, parçalarınız bir hükümet, her biri kendi devriminin peşinde.üşümüş elleriniz, buğulu gözleriniz, ahenkli saçlarınız, küçük kulaklarınız, düğme burnunuz, al yanaklarınız sizi umursamıyor. öyle bir yalnızlık gelip oturmuş ki kucağınıza –sahi kucağınız yerinde mi- kendinizden vazgeçmişsiniz; onun müridi oluvermişsiniz. sizde kalan o minicik saflığın bekaretini de o toteminize hediye edersiniz.

bütün bunlar olurken ben yoktum. ellerim yoktu, kalbim yoktu, ruhum yoktu.. belki gözlerim o kendi kendime yücelttiğim sözlerimden kaçak bir gezinti içerisindeydi. ama donuktu, ama soğuktu, ışığı kırmaz, gördüğünü saklamaz hatta yansıtmazdı. kaçaktı ama bağımsızlığa dair içinde belli belirsiz tutkular saklar mıydı bilmiyorum. ben her zamanki gibi vurdumduymazdım. yürürken hep saçlarımı bir sağa bir sola sallardım.

bütün bunlar olurken sen de yoktun. sözlerin yoktu, sesin yoktu, anlamın yoktu. belki ayakların vaatlerine inat geleceğe yönelik olmayan amaçsız bir gösteri içerisindeydi. dedikleri kadarıyla sağlam basardın gözünün ucuyla saniyeler öncesinden kestirdiğin yere. titremezdi bacakların, kararlıydın. her bir uzvun birbiriyle uyumluydu. hiçbiri birbirine karşı çıkmaz, hangisi ne zaman kendini öne çıkartacağını iyi bilirdi.

kapıdan girdin, yanıma oturdun…

bütün bunlar olurken hiçbir şey yoktu. zaman yoktu, mekan yoktu, insanlar yoktu. sadece dudakların, dudakların vardı. amaçsız bir gösteri içerisindeki raslantısal adımların kaçak bir gezinti içerisindeki arsız gözlerime dudaklarını getirmişti. sözlerin yoktu, ellerim yoktu, sesin yoktu, kalbim yoktu, anlamın yoktu, ruhum yoktu. dudakların, yalnızca dudakların vardı. zaman yoktu, dudakların titremeden gözlerimde kaldı; mekan yoktu, dudaklarının akıbeti bir nefes uzağımdaydı; insanlar yoktu, dudakların bana kendini aşılardı. bir tek dudakların, dudakların vardı…

hayatta her şeyin önemini yitirdiği anları yakalamak gerçekten kolay değil. gayet iddialı bir şekilde bunu nefes alan her canlının yaşayamayacağını söylemek de mümkün. ama şans bu ya işte, hele bir eline fırsat geçti mi yaşamayı bileceksin. ciğerlerine doldurduğun sigara dumanı gibi o anı içine çekebileceksin. içinde her salise korkusu duracak biraz sonra bitebileceğine dair. kalp atışlarına yapışacak heyecanın, küt küt, küt küt, küt küt, küt küt.. her kütte bir kez daha öleceksin ve o anı bir kez daha hissedebilmek için yeniden dirileceksin. eğer böyle bir şeyi yaşayacak kadar şanslı biriysen, korkmadan sahiplenmeyi bileceksin!

saniyeler içinde milyonlarca düşünce izdiham yarattı beynimde. her biri birbirine tezat, her biri birbirinden hüzünlü bir utluluğa sahip bin iki yüz tane hikaye yazdım. dudakların sanki en büyük sırların kilitlerini açan kapıların anahtarıydı. birazcık daha ezberleyebilsem her şeyi öğrenebilirdim. her şeyi bilebilirdim.. milyonlarca kere gittim geldim. herhangi bir çekimin böyle bir itmeyle bu şekilde ahenk içinde olabilmesi dünya üzerinde başka hiçbir şekilde mümkün olamazdı. öyle bir anlamın içine düşmüştüm ki, oracıkta beynimin odalarına teröristler salıp dudakların dışındaki her bir şeyi katlettirebilirdim.

dudakların..
yalnızca dudakların vardı..

göz vardı.

nizam vardı.

bir kalktın, pir gittin.

dudakların bir kıymık gibi yüreğime battı.

hiçbir şey yoktu. hiçbir şey bundan böyle olabilmeye yeltenmeye bile cesaret edemezdi.

dudakların..
yalnızca dudakların vardı..

bir bildim, bin öldüm….

14 ekim 2007 / 19.26

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder